body{ background-color:#FFFFFF; }

YAVUZER ÇETİNKAYA

(7 Mart 1948 İzmir – 21 Temmuz 1992 İstanbul)

Kendimi anlatmam istenen bir yazı istenmişti. Onu düşünüyordum herhalde. Kendimi nasıl anlatacaktım? En kısa yoldan.  Olmak ya da olmamak. En yalın biçimiyle yaşamım ve sanatım bu iki sözcükle açıklanıyor. Üstelik formülü Shakespeare'dan ödünç almak­tan da utanmıyorum. Evet, evet, Benden istenen yazıya "Olmak ya da, olmamak. Sorun bu" diye başlarım. İkinci krep yanık kokusunu saldı burnuma. Öncelik, yazıdan, krepe geçti. Krep tabağa alındı.

Birincisinin varolma sorunu çözümlenmişti. Artık degişmiş biçimiyle varlığını sürdürü­yordu sindirim yollarımda. İkinciye kurşunlar. Bazen kabaklaşan çağrışımlarımın kül­türel çevre kirliliğinden bu hallere zaman zaman düştüğünü görüyorum ama olduğu gibi bırakıyorum ki, okura, dinlere, yalan söylemeyeyim. İkinci krep kurşunlanmaya­caktı doğal olarak. Dürülüp birincisinin kaderini paylaşacaktı, Üçüncü ve son krepin bulamacını karıştırıyorum bir kaç kez. Radyoda onüç bestecinin katıldığı otuz yaş altındaki besteciler rostrumunda Kanada Yayın Kurumu'nun sunduğu ve birinci olan beste çalıyor. Üçüncü krepin bulamacı, tavayı biraz da kalınca kaplarken, otuz yaşımı düşünüyorum.  

Evlendiğim yaş. ilk kez Paris'i gördüğüm yaş. Altın Portakal Şarkı Yarışması birinciliğini kazandığım yaş. Fransızca öğrendiğim yaş. ilk kez karımdan beş ay uzak kaldığım yaş. Sonu sekizli yıllar.

Yıl 1948, doğmuşum. Yıl 1958, ilkokulu bitirip Talas Amerikan Ortaokulu'na gitmişim yatılı olarak. Kayseri'nin sert ikliminde katıksız bir yaşam. Dini başka, dili başka insan­larla paylaştığımız tuzsuz kete gibi. Yabancı dili kendimize, dilimize yabancılaşmak için değil, başka dillerde de insanı, kültürü paylaşmak için öğrendiğimiz yıllar, Lise'yi Robert Kolej'de bitirip Ankara'nın gri kışında, o yıllann yaşanası İstanbul'unu özlediğimiz ODTÜ'de, bir yıl ekonomi öğrendikten sonra, beni paradan çok insan ilgi­lendiriyor gibilerinden bir 18 yaş gerekçesi ile, Istanbul Üniversitesi Psikoloji Bölümü'nde ikinci sınıf öğrencisiyim 1968'de. Şu an değiştirilmesi gerekenin yüz misli, bin misli daha hafif zorlanmaların degişmesi dileğiyle yanan yürek.

Bir yıl sonra Dostlar Tiyatrosu'nda, yaşamımın yirmili yıllarına, yirmidokuz yaşıma kadar damga vuran tiyatro eylemi. Hiç bir anından pişman olmadığım bu canfeda sekiz yılın üretimi, bir ömürlük neredeyse. Bu ürünlerin o zamanlar birlikte koştuğumuz ve koşacağımıza inandığımız dostlarla ortaklaşa üretilmesinin keyfi de, bir ömür. O günün izleyicileriyle paylaşması da. Sinema ile tanışıp oynaşmaya başladığım yıl Ege Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakü!tesi'nde, hem ögretim üyeligi, hem de Güzel Sanatlar Yüksek Lisansı. Yıl 1978. Evlendiğim yaş. İlk kez Paris'i gördüğüm yaş. Bu arada krepin altını hafif yanıklarla atlatıp çevirdik. Ocağın üzerine ince bir metal levha koymak gerek tava yanmasın diye. İlk işim o olsun. 1978-1984 arası Paris'te yaşandı. 1981 kızımın doğumu, Zeycan. O günden bugüne varlığı geri kalan herşeyi gölgede bırakan pırıl peril bir olgu. O da krep seviyor. Zaten çok kızardığı için fazla bekletmeden tavadan alıyorum üçüncü krepi.

Fişi prizden çekiyorum. Soğumaya başlamış çayı kahveyapardan uzun bardağıma boşaltıyorum. İki krep yetti aslında. Üçüncü gitmeyecek gibi. iki yıldır artık birlikte oturmadığımız kızımın geldiği şenlik günler için sakladığım kakao kreminden biraz ödünç alayım diye düşünüyorum, Bir yıllık infarktlı yüreğimi yormaya hakkın yok diyor aklım. Temiz bir beze sarıyorum krepi. Akşama biraz peynir alır, dürer yerim. Bardak elimde mutfaktan çıkıyorum. Zaten iki küçük odası ve holü, mutfağı, tuvaleti ile toplam kırk metrekareyi bulmayan kira evimin salonundaki kitap yığınları arasına oturuyorum. Soğuk çayımı içerken yerlerde dagılmış yüzlerce fotoğrafa takılıyorum. Paris'te Devlet Tiyatrosu'nda oynadığım oyunlardan sahneler, gençlik yıllarımdan sararmış  anlar, kızımın fotoğrafları, aile fotoğrafları, gezip gördüğümüz kentlerden anılar. Mutfaktaki radyodan gençlik yıllarımda öğretilen Amerikan halk şarkıları duyu­luyor. Ben fotoğraflara bakıyorum, Son yedi yılımı düşünüyorum ülkemde. Sinema dünyasi içinde varolma ve sinema dün­yasını varetme uğraşı verilen yoğun ve yenik bir beş yıl. Zor koşullarda üretilen üç film. Küçüklü büyüklü roller, genelde begenilip, özel ilgi görmeyen.
Son iki yılımı düşünüyorum. Tek başımalığı. Bir süre taşıyamadığım tek başımalığımı. Sigara dumanı ile göze görünmez kılınıp, içki ile boğulmak istenilen bir yaşama yaptığım haksızlığı. Yüreğimin, aklını başına topla, duruveririm yoksa diye çektiği uyarıyı. Aklımı başıma toplamamı. İçkiden uzaklaşıp sigarayı bırakmamı, Son soğuk çay yudumu. Serin bir bahar başı günü dışarıda. Öznel ve nesnel zorluklara rağmen ağaçlarda tomurcuklar. Yaşam agacımda da.
Yerlere dağılmış yüzlerce fotoğrafa bakıp, trilyonlarca anı düşünüyorum. Yaşayıp yaşamadığım. Yaşadıklarımı yazmak mı zor, yaşamadıklarımı mı? Bilemiyorum. Bir yazı istenmişti benden. Üç kreplik bir zaman aldı düşünmesi. Krepin üçüncüsü akşama kald, Yazıyı da kimbilir ne zaman yazarım. Belki de dört yüz yıl sonar. "Olmak ya da olmamak" diye başlayan bir yazı gelir daktiloma. Yazılır, Kimbilir? (Yavuzer Çetinkaya "Öncelikler Bulamaci" öyküsünden.)

“Kısacık ömrüne çok şey sığdırdı. Tiyatroda, Sinemada oynadı, yazdı, şarkı söyledi, film yönetti. Ve hepsinde başarılı oldu, ödüller aldı ve o amatör ruhu hiç yitirmedi. Para ve konfor onun için hiçbir zaman önem taşımadı. Dünyamıza çok zengin dostluklar, çok zengin yapıtlar bıraktı.” (Mehmet Akan).

 

Basılmış Eserleri:


Öğrenciler