ERSİN ANİBAL İLERCİL  (1947-2009)

1947 de Uşak’da  doğan Ersin, 27 Mayıs 2009´da Viyana´da hayata gözlerini yumdu.
RA’den sonra  ODTÜ İdari Bilimler Fakültesi’nden mezun oldu. 1974 yılında Viyana Büyük Elçiliğinde çalışırken 22 ekim 1975 tarihinde, büyükelçi  Daniş Tunalıgil’in katledilmesi olayında teröristlerce rehin alınır. Fransızca, Almanca ve İngilizce bilen bu memur olayın ardından hükümet tarafından Van’a tayin edilir. Sonrasında Viyana’ya yerleşen Ersin resim yapmaya başlar. Her fırsatta gittiği Hindistan-Goa onun ikinci evidir. Türkiye, Avusturya, Hindistan ve ABD’de 14 kişisel sergi açtı.

Ersin hakkında bazı bilgileri, Ertuğrul Özkök’ün “Tuhaf” isimli kitabındaki  ”Ölü arkadaştan gelen mektup”  yazısından aldım …
“Bir an durdu gerilere gitti. Ersin’i ilk tanıdığı yılları hatırladı. O ince yüzlü naif kırılgan çocuğun hayat serüvenini, baştan sarıp yine seyretti. Ersin, belki de içlerinde en cesur olanıydı. 1970 lerin dünyasının genciydi. İçinde gerçek bir hippi yaşıyordu. Neredeyse bütün hayatını müzik oluşturuyordu. Yüreğinin yap dediğini yapmış, git dediği yere gitmişti. 1970 li yılların sonunda, bir gün “Tamam artık, ben gidiyorum” deyip Viyana’ ya yerleşmişti.
Arkadaşları Viyana’ da ki hayatı hakkında çok fazla bir şey bilmiyorlardı. Hiçbir zaman fazla parası olmadı. Hep ancak yaşayacak kadar kazandı. Kazandığı kadar yaşadı. 1980’ ler de, resim yapmaya başladığını öğrendiler. Sonra burada sevdiği arkadaşlarına yaptığı tabloları göndermeye başladı.
Arkadaşları 2008 yılında Ersin’in kanser olduğunu öğrendiler. Bütün hayatı gibi kanserini de aynı sessizlikte yaşadı. Çektiği acıları kimseye hissettirmedi. Kimse de Ersin’e hasta olduğu duygusunu vermedi. Gerçek bir “Issız Adam” dı, ona yakışan ıssızlıkta öldü.
Ölmeden önce bütün hazırlıklarını yaptı. Tablolarını toparladı. Kolilere koydu ve Cihangir’e gönderdi. 2009 yılıydı. 1970 ler artık çok uzaktaydı. Ankara’ da o arkadaş grubu dağılmış, herkes kendi yoluna gitmişti. Hayatlar değişmiş, insanlar artık ayrı kamplara düşmüştü. Onları iyileştirecek ne gençlikleri, ne de müzikleri Kalmıştı.”
***
“TRT yapımcısı Sunar Aytuna, önündeki  büyük kutunun dibindeki zarfı bulduğu zaman şaşırdı. Üzerinde “Ertuğrul Özkök’ e iletilmesi ricasıyla” yazıyordu. Ertuğrul çok iyi arkadaşıydı.” Gönderen de çok iyi arkadaşıydı.”
“Hiç ölmüş bir insandan mektup aldınız mı? Ben o ana kadar hiç almamıştım. Tüylerim ürperdi. Bir süre zarfı açamadım. Yirmi beş yıldır hiç görmediğim Ersin bana ne yazabilirdi?
Sitem olmasından korktum. Arkadaş ihmali, kötü günde yanında olmamak, basit bir veda sözcüğü… İşte o sitemi okumaktan ve altından kalkamamaktan korkmuştum. Ama merak, o egoistçe merak her şeyin üzerine çıkıyor.”
Sevgili Ertuğrul
Ölü arkadaştan gelen mektup böyle başlıyor ve devam ediyordu.
 “Beyaz Albay’ın sırrını çözdüm. Kanser olduğumu öğrendikten sonra zor bir dönem geçirdim. Biliyor musun, böyle bir dönemin provası yok. Her insan kendi gerçeğini provasız bir elbise gibi üzerine giyiyor. Yıllarca yalnız bir hayat yaşadım. Yalnızlığı kendimi koruyan bir zırh gibi giyindim. Bu hastalığın tuhaf bir yanı var. İnsanı yaşlandırmıyor, büyütüyor. Altı ay önce, bir kemoterapi seansından sonra evde bitkin vaziyette yatıyordum. Midem bulanıyordu. O gece Beyaz Albay’ı gördüm. Bana geldi, atının terkisine aldı götürdü. Sabah uyandığımda kendimi çok iyi hissediyordum. Bir hafta boyunca Viyana’ da çocuklar gibi koştum. Şimdi anlıyorum ki Beyaz Albay bir gerçek. Herkesin bir Beyaz Albay’ı var. Zor anında geliyor ve alıp bulutların üzerindeki mutluluk ülkesine götürüyor. Artık çok iyi biliyorum ki beni son yolculuğuma da Beyaz albay götürecek. Bugün Aydın’ da ki günlerimizi hatırladım. Ege’ nin gökyüzüne baktım. Kolalı tabii kanyağımdan bir yudum aldım. Ve bu tabloyu yaptım. Sana gönderiyorum. Hep yazdığın o tek kişilik mabedine koy ve her baktığında Beyaz Albay’ı hatırla.
“Hoşça kal,
Ersin.”
***
Ersin bu mektubu yazdıktan üç gün sonra ölmüş.
Mektubu aldığım günden beri, gökyüzünde dolaşan o Beyaz Albay hiç aklımdan çıkmıyor.
Orası, Aydın Ovası’ na bakan, henüz büyüyememiş çamların üstünde daireler çizerek dolaşan kanatlı beyaz atın süvarisini görüyorum. Ve içimden diyorum ki, O beyaz Albay ebediyete kadar koruyucu bir melek gibi Türk askerinin üzerinde dolaşsın.Hepimizin başucundan ayrılmasın. Hepimizi atının terkisine alsın, ruhumuzda kanayan yaraları iyileştirsin ve güneş Ege üzerine doğarken bizi sakin limanlara bıraksın.


Öğrenciler