Mehmet Arda

1957’de ortaokul giriş sınavlarından sonra okul seçme sorunu ortaya çıkmıştı. Aklım Galatasaray ’daydı, zira ailedeki bütün “role model” lerim orasını bitirmişti. Bir de nedense Alman Lisesine bir eğilimim vardı (kazandığım 4 okul arasında kız erkek karışık tek okul o olduğu için mi, hatırlamıyorum). “Role model”lerimden gelen “bırak Fransızcayı, şimdi İngilizce zamanı” baskıları üzerine “o zaman Kolej’e gideyim” dedim. Orasının da iyi ve eğlenceli olduğu söyleniyordu. Sonunda, kendimi sınavına girinceye kadar adını duymadığım High School’da buldum. Birçoğunuzla tanışmak için 5 yıl beklemem gerekiyormuş. Baştan beri berabermişiz gibi güzel sağlam arkadaşlıklar doğuverdi.

1965 sonbaharında kendimi  Amerika’da yine bir erkek okulunda buldum. Dartmouth College yılları, özellikle son yılım, Boston'da Erhan Acar’da hafta sonu misafiri olarak geçti. Üçüncü sınıfta İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesinde misafir öğrenciydim. Ufacık bir köyde sırf erkek okulu zordur, hele 20’li yaşlarda. Hiç öneremem. Ama 1969’da işler değişti, Doktora için Kaliforniya’ya, Berkeley’e gittim. Bunu hararetle tavsiye ederim. Orada beraber olduğumuz Çağlar ve Ahmet Alkan’a, yakında Stanford’daki Cem Kozlu’ya da sorulabilir. Ama, neredeeee  1969’un Berkeley’i (ve 1969’un bizleri)?

1972’de okula ara verip, politik eğilimi ve hayat tarzı uygun gelen Ankara’da Siyasal Bilgiler Fakültesine asistan oldum. Her zaman tatlı olmasa bile gerçekten çok değerli yıllar geçti Ankara’da. Özellikle de Siyasal’ı bitirip dışişlerine giren Bilge, Ahmet Demirbağ, ODTÜ’de hocalığa başlamış olan Çağlar, Ahmet Alkan, Erhan Acar, ayrıca Emin Çeşmebaşı gibi arkadaşlarımızla. Arada Berkeley’e gidip doktorayı bitirdim. 1970’lerin sonunda yine bir yerlere gitme arzusu depreşti. 1979 sonunda önce Paris’e sonra da Cenevre’ye, Birleşmiş Milletlere gittim. Gidiş o gidişmiş. 2006’da yaş haddinden emekli olup “hadi yaşlandın, artık git!” deninceye kadar BM memuru olarak Cenevre’de kaldım.

Peki, ne yaptım bu kadar zaman? Farkında değil misiniz, ben oradayken dünyadaki fakir ülkelerin durumu ne kadar iyileşti? Özellikle de tarıma ve madenlere bağımlı fakir ülkelerinin durumu.  Bir de çevre konusundaki ilerlemeler…  25 yıl boyunca United Nations Conference on Trade and Development (UNCTAD) adındaki örgütte bu konular üzerinde çalıştım. Ayrılırken “Commodities” bölümünün müdürüydüm. Ekonomileri kahveye, kakaoya, sekere, bakıra, demire falan bağımlı ülkelerin kalkınmalarıyla ilgileniyorduk. İlginç bir dönemdi, oldukça yararlı iş yaptık, birçok gerekli ve gereksiz şey öğrendim, dünyanın her yerinden insanlarla çalıştım ve dünyanın pek çok yerini gezdim. Hani Galatasaray’a gitmek istiyordum ya. Onun için de tam 50 yıl bekleyecekmişim. Emekli olup İstanbul’a döndükten sonra Galatasaray Üniversitesinde full-time hocalığa başladım. Her gün Boğaz kıyısında işe gitmek ve gençlerle beraber olmak, hele yıllarca bürokratlıktan sonra idari sorumluluklardan ve onlarca ülkenin insanına dert anlatıp onlara iş yaptırmaya uğraşmaktan kurtulmuş birisi olarak çalışmak çok iyi geldi. Ama devletimiz profesörlerini de “yaşlandınız” diye işten çıkartıyor. Bu sefer de Galatasaray’dan yaş haddi dolayısıyla emekli oldum. Koç Üniversitesinde biraz ders verdim, yaptığım araştırmalar var. Bu kadar yıllık tecrübeyle sağdan soldan laf ebeliği yapmaya davet ediyorlar. Yani hala dünyayı dolaşmaya devam ediyorum. Birazcık serbest kalınca da Cenevre’deki kızımı ve iki torunumu görmeye koşuyorum. Böyle olunca insanın “aman yoruldum” diye düşünecek zamanı olmuyor ve kendini hala genç sanıyor.


Okul sonrası
Öğrenciler